Altan Deliorman
Jacob M. Landau’nun “Pantürkizm” adlı kitabındaki yanlışların düzeltilmesine bu sayımızda da devam ediyoruz.
16. Kitabın 181. sayfasında “Millî Türkistan” dergisinin “önce Cenevre’de, sonra Düsseldorf’ta ve Türkistanca (hem Lâtin, hem de Arap harfleriyle) Arapça ve İngilizce basıldı.” ibaresindeki “Türkiskanca” sözüne ilk defa rastlıyoruz. Böyle bir dilin keşfi Landau’nun patentinde olmalı. Sanırız “Özbek lehçesi ile” demek istiyor. “Hem Lâtin hem Arap harfleriyle” ibaresi, Arapça ve İngilizceye ait ise bu da yanlış bir ifadedir. Lâtin harfleriyle Arapça, Arap alfabesiyle İngilizce basılacağını düşünmek abes olacağına göre, bunu ayrıca belirtmeye gerek yoktu.
17. “Türk Sazı” dergisini Reşide Sançar’ın çıkardığı ileri sürülüyor (184 sh). Görünüşte öyledir. Ama işin iç yüzü başkadır. 1934’te çıkan Orkun, hükûmetçe kapatılmıştı. Atsız’ın başka isimle bir dergi çıkarmasına veya Orkun’un başka biri tarafından aynı adla tekrar yayınlamasına müsaade edilmiyordu. Atsız, yeni bir dergi çıkarma şansına sahip değildi. O yüzden, kardeşi Nejdet Sançar’la birlikte bir dergi yayınlamaya karar verdiğinde, imtiyazının, Nejdet Sançar’ın eşi Reşide Sançar tarafından alınması uygun görülmüştü. Yani, Reşide Sançar, aslında göstermelik bir isimdi, dergiyi Atsız yönetecekti.
Türk Sazı da ilk sayısında yasaklandı. Derginin dağıtımı bu yüzden yapılamadı. Bir daha da çıkmadı. Bu durumda Türk Sazı’nı “etkin” bir yayın organı saymak elbette mümkün değildir.
18. 1943’te İstanbul’da yayınlanan Çağlayan’ı Türkçü çevrelerle irtibatlandırmak kolay değildir. Bu dergideki imzaların Türkçü faaliyetlerle ve tanınmış Türkçülerle bir ilgisi yoktu. Nitekim, dergideki yazı sahiplerinin, sonraki dönemlerde de Türkçü yayınlarda veya çalışmalarda isimlerine rastlanmamaktadır.
19. Özleyiş (1946-1947) dergisinin yayın yönetmeni olan Hikmet Tanyu’nun Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde öğretmen olduğu ifade edilmektedir (185. sh). Hikmet Tanyu, o tarihte İç İşleri Bakanlığı’nda memurdu. Daha sonra, bir süre çeşitli okullarda öğretmenlik yapmış, İlâhiyat Fakültesi’ne ancak 1950’lerin ortalarında (yani 8-9 yıl sonra) asistan olarak girmiştir.
20. Landau, kitabın 186. sayfasında “... zapt edilemez kardeşler Atsız ve Sançar 3 Nisan 1947’de Ankara’da kendi aylık yayın organları Kürşad Türkçü Dergi’yi çıkardı” diye yazmaktadır.
Landau’nun, Atsız ile Nejdet Sançar’dan “zapt edilemez kardeşler” olarak bahsetmesi yakışıksızdır. Bu ifade, Landau’nun, onları “zapt edilmesi gerekli” kimseler olarak gördüğüne işarettir. Ciddî bir araştırmacının, eserinde adı geçenler için bu tür sıfatlar kullanması uygun değildir.
Ayrıca, Kür Şad’ı, Atsız ve Nejdet Sançar değil, Halûk (Opan) Karamağralı yayınlamıştır.
21. Kısa bir süre yaşayabilen Çınaraltı’nın yazı kadrosundaki Peyami Safa, M. Emin Erişirgil ve İsmail Hâmi Dânişmend, “tanınmış Pantürkçüler“ olarak belirtiliyor. Her üçü de kendi alanlarında (gazeteci-yazar, eğitimci, tarihçi) tanınmış olmakla beraber, hiçbir zaman Türkçülük iddiasında bulunmamış şahsiyetlerdir. Fikir sahasında da şimdiye kadar, onları Türkçülükle vasıflandıran kimse çıkmamıştır. Böylece, Landau bir başka “ilk”in daha sahibi olmaktadır.
22. Serdengeçti dergisinden “1947-1951 arasında “düzensiz bir şekilde her bir iki ayda bir çıkan” dergi olarak söz ediliyor. Anlaşılması zor bir cümle. Belki de tercüme hatası. Ama hem düzensiz hem de her bir iki ayda bir (yani düzenli) şekilde çıkan başka bir dergi var mıdır, bilinmez.
Kaldı ki, Serdengeçti’nin 1947’de başlayan yayını 1951’de sona ermiş değildir. Düzensiz de olsa Serdengeçti’nin yayını 1951’den sonra yıllarca devam etmiştir.
23. 1950-1952’de çıkan Orkun’un kapağında ‘Tüm Türkler Bir ordu” sloganının yazıldığı belirtiliyor. Bu sloganın aslı “Tüm” değil, “Bütün Türkler Bir Ordu”dur ve Ziya Gökalp’ın şiirlerinden alınma bir mısradır.
24. Hemen arkasından, Atsız’ın Orkun’un son (68.) sayısında yayınlanan başyazısının adı “Hoşçakal” olarak ifade ediliyor. Bu yazı, Atsız’ın en güzel yazılarından biridir ve başlığı da “Hoşçakal” değil, “Veda”dır.
25. “Pantürkizm”in 191. sayfasında, benim 1955’te yayınladığım “Türk Dünyası” dergisinden de söz ediliyor. Bu dergiyi çıkardığımda 19 yaşında olduğum için yetkili makamlar, yaşım dolayısıyla imtiyaz hakkı vermemişlerdi. Bu yüzden derginin sahibi olarak babam gözüküyordu. Ben, yazı işleri müdürüydüm. Dergi ancak iki sayı çıkabildi. 3. sayı basılacağı sırada, başbayinin ilk iki sayıyı hiç dağıtmayarak sabote ettiği ortaya çıktı. Dergi bu yüzden kapanmak zorunda kaldı.
Ancak iki sayı çıkabilmiş bir derginin Türkçülük alanında etkisi olamayacağı açıktır. Landau’nun ‘Türk Dünyası”na uzunca bir yer tahsis etmesi, Türkçü dergiler arasında, önemine göre bir ayırım yapmadan, bulabildiği her dergiyi kitabına aldığını gösteriyor.
‘“Türk Dünyası”nda yayınlanan Hasan Ferit Cansever’in yazısı “Önerilerim” değil, “Tekliflerim” adını taşımaktadır. Türk Ocakları’nın 1928’deki kurultayına, o zaman genel sekreter olan Hasan Ferit Beyin yaptığı teklifleri içine almaktadır ve Arap harfleriyle kitap hâlinde basılmıştır. Yazı dizisi, bu kitaptan alınmaydı. Kitap özel adlarının aynen yazılması, bir kuraldır.
26. Landau, Toprak dergisinin İlhan Egemen (Darenderelioğlu) tarafından önce, 1940’larda Adana’da, daha sonra aynı isimle, onun devamı olarak İstanbul’da yayınlandığının farkında değil. İkisini ayrı dergiler sanıyor (191. sh). Bu dergi 1954’ten itibaren 22 yıl değil, Darendelioğlu’nun şehit edilişine, yani 1979’a kadar 25 yıl sürekli şekilde yayınlanmıştır.
27. İkinci Dünya Savaşı’nda, yer altında faaliyet gösteren “Gökbörü” adında gizli bir teşkilâttan Landau sayesinde haberdar oluyoruz (193. sh). O da Arnakis adında bir yazarın Balkan Studies’teki bir yazısından almış. Türkçü literatürde ve Türkçülük tarihinde böyle gizli bir derneğin adına rastlanmaz.
28. Landau, milliyetçi dört derneğin meydana getirdiği Türkiye Milliyetçiler Federasyonu ile Türk Milliyetçiler Derneği’nin oluşumunu da karıştırmış.Dört dernek, önce federasyon hâlinde bir araya gelmiş, sonra bu federasyon (ve tabiî, dernekler de) kendisini fesh ederek tek derneğe dönüşmüştür. Bu derneğin adı, Landau’nun yazdığı gibi “Türkiye Milliyetçiler Derneği” değil, “Türk Milliyetçiler Derneği”dir. Yani burada bir gelişim çizgisi mevcuttur. Böyleyken Federasyonun Türk Kültür Ocakları (yani, Ocağı) ile birleşmesi ve yerel Pantürkçü grupların ”Türkiye” Milliyetçiler Derneği adıyla örgütlenmesi söz konusu değildir. Doğrusu, Türk Milliyetçiler Derneği’nin kurulduktan sonra Türkiye’nin pek çok yerinde şubeler açmasıdır.
29. Landau, hayâlinde Nurettin Topçu ile Atsız’ı (bu defa doğru adıyla) Türk Milliyetçiler Derneği’nde yakın bir iş birliğine sevk ediyor. Böyle bir iş birliği pek olmamıştır. Nurettin Topçu, çalışmalarına bilfiil katıldığı ve âdeta mânen yönettiği İstanbul Şubesi’nde etkiliydi. Atsız ise, dernek faaliyetine fiilen katılmamıştır. Dernek genel merkezince Mayıs 1952’de tertiplenen toplantıda verdiği “Devletimizin Kuruluşu” konulu konferans da, öğretmenlikten alınmasına sebep olmuştur.
30. Yukardaki 26. maddede belirtildiği gibi, Landau, Toprak’ın ayrı zamanlarda yayınlandığını sanıyor. Bu yüzden, kitabının 196. sayfasında, Toprak’ın 1960’larda yeniden çıkarıldığını yazıyor. Halbuki, daha önce onun 1954-1976 arası yayınlandığnı (yanlış da olsa) belirtmişti. Zaten çıkmakta olan bir derginin ”1960’larda yeniden yayınlanması” söz konusu bile edilemez.
31. 1960 müdahalesini takip eden yıllarda Türkiye’de enflasyonun hızla yükselmesi (218. sh.) gerçekçi bir tespit değildir. Enflasyon, ilk olarak 1977’de patlak vermişti ki, bu da 1960’tan 17 yıl sonraya rastlar.
32. C.K.KM.P’nin kurucuları arasında tanınmış pantürkçülerin bulunduğu iddiası da yakıştırmadır. CKMP, ilk olarak Millet Partisi adıyla, Demokrat Parti’den ayrılan bir grup tarafından kurulmuştur. Kurucuları arasında Hikmet Bayur, Enis Akaygen, Osman Bölükbaşı, Sadık Aldoğan, Mustafa Kentli, Fuat Arna vb. gibi siyasîler bulunuyordu. Bunların hiçbiri Türkçü değildi.
33. Komünizmle Mücadele Dernekleri hakkında da Landau’nun yazdıkları tam bir tutarlılık göstermiyor. Bunlardan birinin başını Nejdet Sançar’ın çektiğini, diğerlerinde de Peyami Safa ve Zeki V. Togan gibi tanınmış pantürkçülerin bulunduğunu belirtiyor.
1950’lerin başında, o sırada Zonguldak’ta oturan Nejdet Sançar’ın etkisiyle kurulan T. Komünizmle Mücadele Derneği, bu adı taşıyan derneklerin ilkidir. Elbette ki Türkçü yapıdaydı.
İkinci T.K.M.D, İstanbul’da 1956’da kuruldu. Demokrat Parti dönemi olmasına rağmen, milliyetçilik üzerindeki siyasî baskı devam ediyordu. Bu yüzden, hele 1953’te T. Milliyetçiler Derneği’nin kapatılmasından sonra “Türkçü” adını taşıyan bir dernek kurulması hemen hemen imkânsızdı. İkinci T.K.M.D’nin bu adı alması, belirttiğimiz zorluk sebebiyledir. Yoksa, o da, birincisi gibi Türkçü bir dernekti. Bu derneğin, kuruluşundan feshine kadar genel sekreterliğini ben yaptığım için, Landau’nun “Dolayısıyla bunların bütünüyle Pantürkçü olduğu söylenemez” yargısına katılmam imkânsızdır.
İkinci TKMD’de Peyami Safa ve Zeki V. Togan bulunmuyordu. Peyami Safa, tertiplediğimiz seri konferanslardan birini vermiştir, o kadar. Çalışmalarımızı memnunlukla takip eder, ancak bunlara bilfiil katılmazdı. Zaten yönetim kadrosu tamamen gençlerden kurulmuştu. Peyami Safa’nın onların arasında ne işi var?
Bu derneklerin hem İslâmcı çevrelerden hem diğer (?) çevrelerden destek aldığı görüşü de tamamen hayâldir. Her iki dernek de hiçbir yerden destek almamıştır. O kadar ki, 150 lira olan kirasını ödeyemediğimiz için, Cağaloğlu’ndaki küçük merkez lokalini kısa zamanda boşatmamız gerekmişti.
Üçüncü TKMD, 1960’tan sonra, merkezi İzmir olmak üzere kurulmuştur. İlhan Darendelioğlu, ilk genel başkandı ve bu görevi uzun süre üstlenmişti. Çeşitli çevrelerden sınırlı destek, ancak bu dernek için söz konusu olabilir. Çünkü, ilk ikisinden daha geniş bir zümreye hitap ediyordu ve iddiası, Türkçülükten ziyade geniş bir milliyetçilikti.
TKMD’lerin, Türkeş’in başkanlığındaki CKMP’ye destek teklifinde bulunması yanlıştır. Zira 1950-1951’de ve 1956-1960’da Türkeş henüz siyaset sahnesinde yer almamıştı. Üçüncü TKMD’de ise CKMP’ye destek olanlar bulunduğu gibi, diğer partilerin mensupları da yer alıyordu. CKMP’ye destek olunması görüşünün, bu dernek içinde tartışmalara yol açtığını hatırlıyorum.
34. Landau, Dış Türklerin 1964’teki derneklerini ayrı ayrı sayıyor ve bunların içine “Türkiye Mülteci ve Göçmen Dernekleri Federasyonu”nu da katıyor. Bu federasyon, derneklerden bir dernek değil, o derneklerin bir araya gelmesiyle teşekkül etmiş bir üst kuruluştu.
35. 220. sayfada Said Şamil’in Tatar olduğu ileri sürülüyor. Said Şamil, Kırım veya Kazan Türklerinden değildi. Şeyh Şamil’in torunuydu ve tabiî ki Dağıstanlıydı. Aynı paragrafta faaliyetleri anlatılan İsa Yusuf Alptekin’in de Tatar sanıldığı anlaşılıyor. İsa Yusuf Bey, Doğu Türkistanlı bir Uygur Türküydü.
36. Landau, kitabının ilk baskısında Türkçüler Derneği hakkında yanlış bilgiler vermişti. Ben “Tanıdığım Atsız” kitabının 1978’deki ilk basımında, bu yanlışları kısaca belirtmiştim. Pantürkizm yazarı, o uyarıyı dikkate alarak yeni baskıda bazı düzeltmeler yapmış. Ancak yine de, derneğin sloganının “Tanrı Türkü Korusun” olduğunu yazıyor. Türkçüler Dereği’nin sloganı yoktu. “Tanrı Türkü Korusun”, Türkçüler arasında eskiden beri (ve hâlâ) yaygın olarak kullanılan bir slogandı ve sadece bir derneğe ait değildi. 1963’te Ankara’da “bu derneğe takviye olarak” şube açılması ifadesi de gariptir. Şubeler, başka hangi maksatla açılır ki?
37. Pantürkçülerin birbiriyle kapışan kişileri ve rakip hizipleri barındırdığı iddiası, en azından Milliyetçiler Kurultayı için doğru değildir. 1967’deki I. Milliyetçiler Kurultayı, Türkiye’deki çeşitli milliyetçi kuruluşlar ve gruplar arasında iş birliği sağlanması amacını güdüyordu. Kurultay, MTTB’nin önderliği altında toplanmıştı. Prof. İbrahim Kafesoğlu’nun da içinde bulunduğu “rakip” bir kongre değildir. Kime rakip olacaktı? Maksadı rekabet değildir. Kafesoğlu ise oturumları yönetmişti. Düzenlenmesi ile ilgisi olmamıştı.
I. Kurultayda, ikincisini düzenleyecek bir heyet seçildi. Beş kişiydi: Prof. Dr. Sabahaddin Zaim, Tarık Buğra, Enver Esenkova, Fazlı Akkaya ve Rasim Cinisli. İkinci kurultayın toplanma tarihi ne ilk kurultayda ne de bu heyet tarafından belirlendi. Çünkü, o heyet seçildi ve bir daha hiç toplanamadı. Bu yüzden, her yıl düzenlenmesi düşünülen kurultayların ikincisi 1968’de yapılamadı.
Bizim, o zaman Prof. Kafesoğlu’nun genel başkanlığını, benim de genel sekreterliğini yaptığım “Kültür Ocağı” adlı bir derneğimiz vardı. Bu ocak çevresinde toplanan arkadaşlar, Kafesoğlu’nun önderliğinde bir “Milliyetçiler Semineri” tertipledik. Bu, aslında bir kurultaydı. Fakat, ilkinden farklı olarak, amacı, milliyetçiliğin ilmî temellerini araştırıp belirlemek, Türkiye’nin başlıca meselelerine milliyetçi açıdan çözüm yolları tespit ve teklif etmekti. Çalışmalar, rahmetli ve aziz hocam Kafesoğlu ile benim nezaretimde, birkaç arkadaşın katkısı ile yürütüldü. Büyük merkezlerden, ilim ve fikir adamları ağırlıklı olmak üzere, delegeler katıldı. Tebliğler üç gün boyunca komisyonlarda ayrı ayrı tartışıldı ve nihaî bir bildiri hazırlandı. Toplantıdan sonra da bu tebliğler bir kitap hâlinde yayınlandı: “Milliyetçi Türkiye’ye Doğru.”
Bu toplantı, daha sonra II. Milliyetçiler Kurultayı olarak da adlandırıldı. Aydınlar Ocağı’nın düzenlediği kurultaylar, bu sebeple III. ve IV. olarak numaralandırıldı.
Esasen, Milliyetçiler Semineri (Mayıs 1969), Aydınlar Ocağı’nın kuruluşuna giden yolda önemli bir dönemeç olmuştu.
38. Türkeş’in 3 Mayıs 1944’teki komünizm karşıtı gösterilere katıldığı ve burada yakalanıp tutuklandığı iddiası 223. sh.de de tekrarlanıyor. Tabiî, yanlıştır. Yanlış olduğu bu yazımızın ilk bölümünde de belirtilmişti.
39. Türkeş’in 1963’te (sürgünde bulunduğu Hindistan’dan) Türkiye’ye döndüğü doğru, subaylıktan istifa edip siyasete girdiği yanlıştır. (223. sh).
Türkeş ve 13 arkadaşı, 13 Kasım 1960 darbesiyle emekliye sevk edilmişlerdi. Türkeş, Hindistan’da, Dış İşleri Bakanlığı’na bağlı olarak, elçilik müşavirliği görevindeydi. Üç yıl önce emekliye ayrılmış ve bu süre zarfında sivil görev yapmış bir kimsenin subaylıktan istifası söz konusu olabilir mi?
Türkeş’in 1963’te siyasete girdiği yorumu da yerine oturmuyor. Aslına bakılırsa, Millî Birlik Komitesi üyeleri (tabiî, bu arada Türkeş de) 27 Mayıs 1960 günü siyasete girmiş sayılabilir. Zira, MBK, yasama organı olarak görev yapıyordu ve feshedilmiş olan TBMM’nin işlevini yerine getiriyordu. MBK üyeleri de, yasama organı mensupları olarak siyasetin tam içindeydiler.
Öyle olmasa bile, Türkeş, 1963’te değil, CKMP’ye katıldığı 1964’te aktif siyasete girmiş sayılmalıdır.
40. Atsız’ın “Türk Tarihinde Meseleler” adlı kitabının değişik dergilerde, bu arada “Türk Ülküsü” dergisinde çıkan makalelerden oluştuğu ifadesi de yanlıştır. “Türk ülküsü” bir dergi değil, Atsız’ın 1956’da basılmış olan kitabının adıdır.
236. sh.de, Atsız’ın “Millî Politikalar” adlı bir kitabından söz ediliyor. “Millî Politikalar” bir kitap değil, Atsız’ın Ötüken’de yayınlanıp daha sonra Türk Ülküsü’nün 2. baskısına da alınan “Millî Siyaset” adlı bir makalesidir.
41. Kırım Türklerinin ünlü dergisi Emel’e Cafer Seydahmet Kırımer ile Gaspıralı İsmail’in katkıda bulunması mümkün değildir. Çünkü Emel, Kasım 1960’tan itibaren yayınlanmaya başlamıştı. Gaspıralı İsmail 1914’te, Kırımer ise 1960’ta vefat etmişlerdi. İsteseler bile katkıda bulunamazlardı. Landau’yu yanıltan, Emel’de Kırımer’in hâtıralarının, Gaspıralı’nın ise bazı yazılarının yayımlanmış olmasıdır. Tabiî, bunların çok önce yayımlanan yazılar olduğunu söylemek bile gereksiz.
41. Atsız’ın, Ötüken’in ilk sayısındaki başyazısının adı “Pantürkçülük” değil “Türkçülük”tür. (238.sh.)
•••
Bu maddî hatalardan sonra, Landau’nun yorumlarındaki isabet payından kuşku duymak, artık her okuyucunun hakkıdır. Ancak, bazı “unutkanlıklara”da işaret etmeden geçmeyelim.
Landau, pekçok dergi ismi sayıyor. Bunların bir kısmı, gerçekten Türkçü dergilerdir. Bir kısmı ise, Türkçülük tarihinde hiçbir izi bulanmayan önemsiz yayınlardır. Landau, bir değerlendirme ölçüsü belirtmeden, her iki grubu birbirine karıştırıyor. Bu arada, önemli bazı dergileri ise hiç görmediği anlaşılıyor.
1956’da İstanbul’da yayınlanmaya başlayan Ocak gazetesi, dönemin tek Türkçü yayın organıydı. O dönemde Toprak, dergi olarak; Ocak ise gazete şeklinde çıkıyordu. Ocak’ın sahibi Burhaneddin Şener (öl. 1993), yazı işleri müdürü İrfan Açıkel (öl. 1961)di. Başta Atsız olmak üzere, Nejdet Sançar, Zeki Sofuoğlu, Hikmet Tanyu, Tahsin Ünal, Darendelioğlu vd. tanınmış Türkçüler bu gazeteye yazı veriyorlardı. Ben de yazı kadrosuna 20. sayıdan itibaren katıldım ve imzalı - imzasız - müstear adla pek çok yazı yazdım. Bir süre sonra gazetenin hazırlanması fiilen benim görevim oldu. Birkaç sayı da yazı işleri müdürlüğünü yaptım.
Ocak, sanırım 1959’a kadar, tahminen 70-80 sayı yayımlandı. Son dönemde dergi hâline getirilmişti. 1956-60 arası, kendi türünde tek olan ve hayli okuyucusu bulunan Türkçü bir gazetenin hiç zikredilmemesi, Türkçülüğü inceleyen bir eser için ciddî noksandır.
Aynı şekilde, 1962’de yayımlanan Millî Yol dergisine de yer verilmemesi kusur sayılmalıdır. Zira, bu dergi haftalık siyasî bir dergiydi ve son derece cesur bir yayın politikası vardı. İsmet Tümtürk tarafından yönetiliyordu. Atsız, Nejdet Sançar, Fethi Tevetoğlu vd. Türkçülerin makalelerine yer veriyor, daha çok siyasî yorumlarıyla tanınıyordu. Ben, bu dergide başından sonuna kadar İsmet Tümtürk’le çalıştım. 48 sayı muntazam olarak yayınlandı. Birkaç sayısı İnönü hükûmetince toplatıldı. Bugün bile yüksek bir tiraj olan 30.000 baskı ile başlamıştı. Maddî zorluk yüzünden kapandığı zaman dahi 6.000 basılıyordu.
Landau’nun, eserin yeni yayımındaki incelemelerini 1990’a kadar getirdiğini göz önüne alırsak, 1988-1990 yılları arasında çıkmış olan Yeni Orkun’u da görmüş olması gerekirdi. 20 sayı muntazam olarak yayınlanan bu aylık dergide Fethi Tevetoğlu, İsmet Tümtürk, Muzaffer Eriş, Reha Oğuz Türkkan, Refet Körüklü vb. gibi eski Türkçülerin imzaları yer alıyordu. Türkçülerin, dünyaya bakış açılarındaki ve Türklük meselelerini değerlendirmedeki gelişimini takip açısından Yeni Orkun “Pantürkizm”de yer bulması gereken bir dergiydi.
•••
Jacop M. Landau, irredentizm deyimine fazlaca bağlanmış görünüyor. İrredentizmi de “Bir devletin içinde bulunan halktan olan ancak ülke dışında etnik azınlık olarak varlığını sürdüren grubun refahıyla tutkulu bir şekilde ilgilenmenin örgütsel ya da ideolojik ifadesi” olarak tanımlıyor. Daha sonra irredentizmi ikiye ayırıyor ve ılımlı olanı “aynı soydan gelen grubun ayrımcılığa ya da asimilasyona uğramasına karşı bir savunma arzusu”, şiddetli olanı ise “grubun yerleşmiş olduğu toprakların ilhak edilmesi” şeklinde vasıflandırıyor. Kanaatimce bu tariflerde eksiklik ve/veya yanlışlık vardır. İrredentizm, sadece aynı soydan gelenlerin refahıyla ilgilenmekse bunun Türkçülükle ilgisi pek azdır. Zira Türkçülük, Türk soyundan olanların tamamının bağımsızlığını ana hedef olarak kabul eder. Türklerden bir bölümünün, herhangi bir devletin bayrağı altında fakat refah içinde yaşaması, Türkçü görüşü tam olarak ifadeden uzaktır.
Landau, Türkçü hareketleri ve yayınları genellikle “şiddetli”, “saldırgan” gibi deyimlerle tanımlıyor. Şu hâlde, ona göre Türkçülük şiddetli bir irredentizm ifade ediyor. Yani “aynı soydan insanların yaşadıkları toprakların ilhak edilmesini” öngörüyor.